İspat Yükümlülüğü
Ateistler, hukukun önemli bir parçası olan “iddia sahibi, iddia ettiğini ispatlayamıyorsa, o iddia üzerinde konuşulması gerekmez” ilkesini, Allah’ın varlığı için kullanmaya kalkmış ve “eğer Allah’a inananlar Allah’ı ispatlayamıyorsa, ispat kendiliğinden düşmüş olur; bizim herhangi bir iddia ortaya koymamız gerekmez!” iddiasında bulunmuşlardır.
Oysa kişinin bu iddiası, yaratıcının varlığı ve yokluğu ile ilgili tartışmaların deney ve gözlem sınırını aşması sebebiyle felsefi boyuta gelmesi ve felsefi boyuttaki tartışmaların da “maddesel ispatın” gerektirmemesi ilkesinden haberi olmadığını gösterir. Söz gelimi bir yaratıcı varsa mantıksal olarak yarattığı evrenden büyüktür, dolayısıyla evrenin içinde kısıtlı duyu organları ile onu görememek, onun varlığını inkâr etmek için yeterli bir gerekçe değildir. Bilakis, evrenin sınırı aşılamadığından bir yaratıcının yokluğu hakkında da kesin konuşmak bilimsel bir ispattan yoksundur.
İkinci olarak, bunu iddia eden kişi “ispat etme” kavramını “maddesel olarak gösterme” olarak algılayarak bir fikir yanılgısı içine girmektedir. Zira Yaratıcı, mantıksal olarak bir madde değildir; O’nu ispatlamak için de eseri olan evreni ve canlılık âlemini görmek yeterlidir. Başka bir ifadeyle yaratıcının ispatı maddede değil, bizzat aklın kendisinde gizlidir. Konuyu daha iyi anlamak için şöyle basit bir soru sorabiliriz: Asıl ispat yükümlülüğü, “bu sandalye buraya kendi kendine geldi” diyenin midir, yoksa “bu sandalyeyi biri getirdi” diyenin midir? Elbette birileri ispat getirmekle mükellef ise, kuşkusuz ki bu ateistlerin kendileri olacaktır.
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
BİR YORUM YAZIN