Kur’an’a Göre Adem ve İnsan’ın Yaratılışı
İlk İnsan Adem’in ve İnsan’ın yaratılışı. Kur’an ayetleriyle yaratılış evreleri. Kur’an ilk insanın yaratılışını nasıl anlatır? Hepsi bu yazımızda
Giriş:
İnsanın yaratılışı konusu, Kur’ân-ı Kerîm’de iki başlık altında incelenebilir. İlki, insanlığın atası Hz. Adem’in, ikincisi ise diğer insanların yaratılışıdır.
Yaratılışın ham maddesi olarak toprak ve zayıf su ekseninde belirginleşen bu farklılık, gerek insanın yeryüzü serüveninin başlangıcı olan Adem kıssasında, gerekse de insanın yaratılışıyla ilgili muhtelif ayetlerde, farklı kavramlarla nazara verilmektedir.
- Hz. Adem’in Yaratılış Evreleri: (İnorganik) Topraktan Eşref-i Mahlûk İnsana
Hz. Adem’in topraktan gelerek ilahî nefhâ ile tamamlanan yaratılış süreci Kur’ân’da zengin bir kavram çeşitliliğine sahiptir. Genel olarak, yaratılış malzemesi olan toprağın farklı devrelerdeki durumunu ifade eden bu kavramların anlam alanlarını doğru tesbit edebilmek, güç olduğu kadar bu hususta son sözü söylemekten de uzaktır. Konunun bir diğer problematik yönü ise nutfe ile başlayan ve anne rahminde devam eden gelişim aşamalarının aksine, Hz. Adem’in biyolojik yaratılışının Kur’ân’da belli bir sıra dahilinde sunulmamasıdır. Ancak, gerek konuyla ilgili kavram ağının Kur’ân bütünlüğünde incelenmesinden gerekse de tefsir kitaplarında ana hatlarıyla oluşturulan sıralama esas alınarak, herbir aşama arasında anlamsal- mantıksal uyum yakalanmaya çalışılmıştır. Mâturîdî’nin “Hz. Adem’in yaratılışındaki farklı haller” olarak nitelediği bu evreler, topraktan yaratılma ile başlar.
İlk İnsan Adem’in Yaratılışı 6 Evrede Gerçekleşmiştir.
Ademin Yaratlışı Sırasıyla Kur’an Ayetlerinde;
1- Turâb (Toprak)
“Sizi topraktan yaratması O’nun varlığının delillerindendir. Sonrasında ise (çoğalıp yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz” (Rum Suresi-20)
Mâturîdî, insanın bu ilk maddesinin mahiyeti hakkında, “kendisinden fayda ve menfaât temin edilen temiz toprak” şeklinde genel bir değerlendirmede bulunur. Yukarıdaki ayette olduğu gibi, topraktan veya çamurdan yaratılmanın anlatıldığı yerlerde Hz. Adem ismi yerine, çoğul zamiri veya cins ismi olarak insan kelimesi kullanılmaktadır. Mâturîdî, vahyin bu anlatım tekniğini üç şekilde açıklar:
- İnsanlığın ortak atası olan Hz. Adem’e nisbetle bu ifadeler kullanılmış olabilir.
- İnsan varlığının topraktan gelmesi vücudun yaşamak için ihtiyaç duyduğu temel besinlerin topraktan sağlanması ile de açıklanabilir.
- Mâturîdî son olarak, sıhhatinden pek de emin olmadığı şu kıssayı nakleder: “İnsanın topraktan yaratılması, Allah’ın nutfe’ye bir miktar toprak katılmasını emrettiği kıssa ile de açıklanabilir. Şöyle ki; Allah yaratacağı insanın nutfesine, öldüğünde medfun edileceği topraktan bir kısmının katılmasını emreder. Böylece de nutfe, mudğa’ya dönüşür. İnsanların toprağa nisbet edilmesi bu açıdan da anlaşılabilir.”
Mâturîdî’ye göre, Hz. Adem’in topraktan yaratılmasının temsili anlamı ise şöyle düşünülebilir: Hz Adem’in yapışkan çamur, kara çamur ve diğer farklı kavramlarla anlatılan yaratılış maddesinin temel özelliği, kendisinden yarar elde edilebilen temiz toprak olmasıdır. İşte bu tertemiz toprağın sağladığı faydalar gibi, Allah Adem’de hayır ve menfaâtlerin tümünü var etmiştir.
2- Tîn-i Lâzib (Yapışkan çamur)
“Onlara (şunu) sor: Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri mi! Şüphesiz, biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.”(Saffat Suresi-11)
Ayette çamurun belirgin bir vasfı olarak kullanılan lâzib sözcüğünü, klasik tefsirlerde olduğu üzere, lâzik (yapışkan) terimiyle açıklar. Mukatil b. Süleyman ve el-Ferrâ gibi ilk dönem müfessirlerinin bu kavram için tercih ettikleri tanım ise (parçaları birbirine şiddetle karışmış/yapışmış olan) şeklindedir. İbn Abbas’tan nakledilen rivayetlerde ise çamurun yapışkanlığına ilaveten temizliği üzerinde de durulur.
Tefsir literatüründeki bu farklı değerlendirmeleri ortak bir tanımla karşılamak mümkündür. Zira, lâzib kelimesi, ilk iki tanımı temel anlamıyla içerirken, sonuncusunu ise Kur’ân’daki bağlamı itibariyle zımnen kapsamaktadır. Buradan hareketle denilebilir ki; tîn-i lâzib, toprak ve su gibi iki inorganik maddeden gelen muhteviyatı şiddetle birbirine karışmış olan saf ve yapışkan çamuru ifade eder.
3- Sülâle min Tîn (Çamurdan süzülen öz)
“Andolsun, biz insanı, çamurdan süzülmüş bir özden yarattık.”(Mu’minun Suresi-12)
Mâturîdî, sülâle min tîn ifadesini, en zengin/verimli çamur anlamında açıklar. Arapça’da sülâle terimi, “çekip çıkarılan şey” anlamına geldiği gibi, “kendisinden bir şeyin çıkarıldığı” nesneyi de ifade eder. Dolayısıyla, yaratılışın bu raddesinde karekteristik bir özelliğe vurgu yapılmaktadır. Ünlü Eş’arî kelamcısı/müfessiri Kadı Beydâvî’nin tanımıyla; “Hz. Adem’in maddi varlığına esas teşkil edecek öz/maya” bu aşamada vücuda getirilir. Çamurdan süzülen bu öz unsur ise canlı organizmasının temeli olan kompleks moleküller olarak düşünülebilir.
4- Hame-i Mesnûn (Değişime uğramış kara çamur)
“Andolsun, biz insanı kuru ve değişime uğramış kara bir çamurdan yarattık.”(Hıcr Suresi-26)
Yaratılış periyodundaki bir diğer aşama Kur’ân’da, hame-i mesnûn terimiyle anlatılır. Mâturîdî bu safhayı, uzun süre beklemekten dolayı çamurun kararması ve değişime uğraması (teğayyur) ile açıklar. Hame’ kelimesi sözlükte; kokuşmuş, kararmış çamur olarak tanımlanırken; mesnûn ise değişmeyi ve şekil verilmeyi ifade eder. Ancak, mesnûn terimini, çamura form kazandırma gibi morfolojik (biçimsel) bir bakış açısıyla değerlendirmemek gerekir. Bu literalist yaklaşımın, yaratılış aşamalarını anlamlandırmada (ve de farklılandırmada) hiçbir katkısının olmayacağı açıktır. Arap Edebiyatının meşhur simalarından İbn Sikkit ve Zeccâc ile Mâturîdî’nin tercih ettiği kavramın bir diğer karşılığı olan müteğayyer (değişken) ise daha kapsayıcı bir anlam alanına sahiptir. Söz gelimi, kokmak ve siyaha çalmak gibi bu safhayı farklılaştıran değişim öğelerini, çamurdan süzülen özdeki canlılık faaliyetinin işaretleri/sonuçları olarak okumak mümkündür. Nitekim, çağdaş müfessirlerden İbn Âşur, çamurdaki bu hayat faaliyetine şöyle işaret eder: “Yetesenneh fiili,.Bakara, 259. ayette geçtiği gibi, uzunca bir müddet bekleyerek değişmeyi ifade eder. Bunların (hame-i mesnûn-salsâl) zikredilmesindeki esas gaye ise madde aleminin en üstünü olan hayat sahibi insanı zayıf (önemsiz) bir konumdan yaratan Allah’ın üstün yaratma gücüne dikkat çekmektir. Bununla birlikte hame-i mesnûn, mahiyet-i hayatın; toprak özü, rutubet ve çürüyüp kokuşma üçgeninde düzenlendiğine de işaret eder…”
Çeviride eşdeğerlilik kadar, “anlamayı” sağlama gayesi, bu aşamanın değişime uğramak ile tercüme edilmesinde belirleyici bir etken olmuştur. Zira, hemen hemen meâllerin çoğunda görülen “şekillendirilmiş balçık” tanımı, anlama merkezli olmadığı gibi, kapsayıcı olmaktan da uzaktır. Bütün bu sebeblerden dolayı, hame-i mesnûn aşamasını değişime uğramış kara çamur olarak çevirmeyi uygun gördük.
5- Salsâl (Kuru çamur)
“(Allah), insanı ateşte pişmiş gibi kuru (olan) bir çamurdan yarattı”(Rahman Suresi-14)
Kokmak anlamındaki salûl ya da ses vermek manasındaki salîl masdarından türeyen salsâl sözcüğü, “parçaları birbirine değdiğinde ses çıkaran kuru çamur” şeklinde tanımlanır. Mâturîdî’nin İbn Kuteybe’den aktardığı gibi, bu çamurun ateşte pişirilmemiş olması, kavramın anlam sahasını belirleyen bir diğer etkendir. Bu bağlamda, kumlu çamur ve Tabiîn müfessirlerinden Mücahid b. Cebr’e atfedilen kokmuş çamur tanımlamaları genel kabul görmüş değildir.
Ayet metnindeki fahhâr kelimesi ise tefsir kitablarının büyük çoğunluğunda, “ateşte işletilerek kurutulmuş çamur” anlamında açıklanır. İ’rab bakımından sıfat konumundaki fahhâr kelimesiyle çamurun değil, çamurdaki kuruluk/sertliğin betimlendiği dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Başka bir deyişle, salsâl aşamasında çamurdaki kuruluk/sertlik, ateşte pişirilmiş nesnelere benzetilerek anlatılır. Nitekim, bu nüans göz ardı edildiğinde ortaya çıkacak yanlış çeviri, Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan meâle şöyle yansımıştır:
“Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.”
Salsâl, ateşte pişirilmemiş çamur olduğuna göre; çevirideki yanlışlığın takdiri okuyucunun insafına bırakılmıştır. Daha da ilginç olanı ise konuyla ilgili akademik çalışmalarda dahi, Hz. Adem’in yaratılış malzemesinin ateşte ısıtıldığı gibi sathi değerlendirmelere gidilebilmesidir. Tüm bu anlatılanlar ışığında, ayete verilmesi gereken doğru anlam ise şöyledir:
“(Allah), insanı ateşte pişmiş gibi kuru (olan) bir çamurdan yarattı.”
Öte yandan, Tunuslu bilgin İbn Âşur’un isabetle kaydettiği gibi, müfessirler, yaratılışın bu merhalesinde pişmiş toprak gibi bir benzetmenin niçin kullanıldığı konusunda aydınlatıcı bir açıklama da getirebilmiş değillerdir. Kavramın karşılığını zahiri anlamı dışında çağrışımları ile inşa etmeye çalışanlardan biri olan İbn Ârabî, sertlik anlamından hareketle fahhârı, vücuttaki en sert doku olan kemiklerin özünün oluşumuyla sembolize ederken; İbn Âşûr ise insanın özel ve testi gibi katı bir surette yaratılması olarak yorumlar. Esasen, pişmiş çamur teması, retoriği kadar muhtevasıyla da dikkat çeken Rahman suresinde, ilahi kudretin delillerinden biri olarak nazara verilmektedir. İnsanın kupkuru toprak gibi, varlık sahasının çok uzağında ya da canlı hücrenin yaratıldığı tesviye aşaması öncesinde kendi içinde varoluşsal olasılıktan tamamen yoksun iken yaratılması, Allah’ın yegâne yaratıcı olduğu esasını göz önüne sermektedir.
6- Tesviye (Düzenleme)
“Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için secde ederek yere kapanın.” (Hıcr Suresi-29)
Hz. Adem’in topraktan başlayarak devam eden biyolojik yaratılış sürecindeki son aşama, “tesviye’dir. Mâturîdî, ayette geçen s-v-y fiilini, fiziksel yaratılışın tamamlanması ile açıklar. Bu son aşamanın Kur’ân’da, tasvir (şekil verme) kelimesinden ziyade, düzenlemek, eşit kılmak, tekmil etmek manalarına gelen tesviye terimiyle anlatılması dikkat çekicidir. Dolayısıyla, fiziki tesviyenin/tekmilin biçimselci bir anlayışla, “şekil vermeye” indirgenmemesi gerekir ki meâl kitablarında bu anlam daralmasının örneklerini bulmak pek zor olmasa gerektir. Beri yandan, tesviye, bu anlam içeriğiyle kompleks moleküllerden canlı hücrenin tanzimine de uygun düşer. Ancak, canlı hücrenin ve ondan da doku ve organların mucizevi bir şekilde teşekkül ettirildiği bu safhanın insana tamamlanma ve nihayet eşrefi mahlûk payesi ile son bulması için öncekilerden tamamen farklı, son bir merhale daha gerekmektedir. Bu da Allah’ın Adem’e ruhundan üflemesidir. Ayet metninde geçen ilahî nefhâ’nın lafzi anlamıyla, insan eylemlerinden biri olan üfleme şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğini kaydeden Mâturîdî, Allah’ın Adem’e ruhundan üflemesini; onda, kendisini canlı kılacak ruhu yaratması şeklinde açıklar. Ayette, birinci tekil iyelik ekiyle Allah’a izafe edilen “ruhumdan” ifadesi ise yaratılmışların canlı kalmasını sağlayan benim yarattığım ruhdan anlamındadır. Mâturîdî’ye göre bu durum, Allah’ın hükmü, Allah’ın hududu, Allah’ın kulları ifadelerinde olduğu gibi, varlıkların yaratma yönüyle Allah’a izafe edilmesidir. Mâturîdî’nin ilahî nefhâya ilişkin bu yorumu, Mâturîdî düşünürler tarafından da sıklıkla kullanılagelmiştir.
Hz. Adem’in maddi yaratılış süreci, Kur’ân’da altı aşamada nazara veriliyor ise de bu vetirede, turâb (toprak), sülâle min tîn (çamurdan süzülen öz) ve tesviye (düzenleme) temel aşamalar olarak ön plana çıkmaktadır. Bu üçlü sınıflandırma, insanın nutfe ile başlayan, ‘alaka ve mudğa’yla farklılaşarak devam eden biyolojik gelişim aşamaları ile de benzerlik gösterir. Nitekim, Mâturîdî de bu benzerliğe dikkat çeker.
Ve İnsanın Yaratılış Evreleri
1- Nutfe (Dölleyici sperm)
“Andolsun, biz insanı, çamurdan süzülmüş bir özden yarattık. Sonra onu (Adem’in neslini) nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik…(Mu’minun Suresi 12-13)
Ayetin başlangıcında Hz. Adem’in, devamında ise diğer insanların yaratılışı anlatılmaktadır. Nutfe’den döl suyu/meni olarak bahseden Mâturîdî, ayet metninde nutfenin sağlam bir yere konulmasını anlatan “fî kararin mekkîn” ifadesini ise anne rahmine ilaveten “erkeğin sulbu” olarak da yorumlar. Mâturîdî’nin bu konudaki gerekçesi ise nutfenin bu bölgede yaratılması, dolayısıyla rahme ulaşıncaya kadar ilkin burada korunuyor olmasıdır. Bu açıklamaya ek olarak, ayetteki c-a-l fiilinin yaratma manasında değil, terimin bir diğer karşılığı olan koymak/yerleştirmek anlamında kullanıldığını hatırlatmamız gerekir.
Arapça’da; “saf su, bir miktar su” anlamına gelen nutfe kelimesi, tefsir ıstılahında meni (sperm) ile eş anlamda kullanılır. Kur’ân-ı Mûbîn’de bu “saf suyun” meniden oluştuğu, onun bir parçası olduğu bildirilmektedir. Ebû Said el-Hudrî’den rivayet edilen bir hadiste de çocuğun meni sıvısının tamamından değil, yalnızca bir kısmından yaratıldığı anlatılır.65 Modern Embriyoloji’de ise fertilizasyonun (döllenme) milyonlarca spermatozoid içerisinden yalnızca biri tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu verilerden hareketle, nutfenin “dölleyici sperm” olarak anlaşılması gerekir ki bu, tercümenin aslına en uygun düşen tanım olacaktır. Burada önem arz eden bir diğer nokta, -çamurdan süzülen özde olduğu gibi- meniden süzülen bu özün, nutfe aşamasının bir devamı olan zigot (döllenmiş hücre) evresiyle birlikte maddi yaratılışa esas teşkil etmesidir.
2- ‘Alaka (Rahme asılmış embriyo)
“Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor…” Mu’minun 14
Mâturîdî, ayette geçen ‘alaka’yı kan olarak tanımlar. Bu aşama, meâl çalışmalarında ortak bir kavramla karşılanabilmiş değildir. Öyle ki, aşılanmış yumurta (zigot) ve embriyo’dan kan pıhtısına varıncaya kadar farklı tanımlamalar ‘alaka için yapılagelmiştir.
‘Alaka kelimesi sözlükte; asılıp tutulan, bir şeye ilişen ve donuk kan (dem-i câmid) gibi manalara gelir. Suda yaşayan ve tutunduğu canlının kanını emen sülükler de Arap dilinde “dûdet-u ‘alak” şeklinde adlandırılır. ‘Alaka, tefsir geleneğinde donuk kan ile kavramsallaşmış ise de terimin daimi anlamından (yapışmak) kesin olarak çıkarılacak sonuç; bu aşamanın, nutfenin rahim cidarına yapışmasıyla gerçekleştiğidir. Döl yatağında gerçekleştiği bilinen aşılanmış yumurta hücresinin ve bu hücrenin henüz döl yatağında iken arka arkaya bölünmesiyle oluşan embriyonun bu anlamı içermediği ise ortadadır. Şu halde, biyolojik varlığın ilk aşaması olan nutfe’yi, sırasıyla; dölleyici sperm, zigot ve embriyo olarak anlamlandırmak; ‘alaka’yı ise “rahim duvarına yapışmış embriyo” olarak açıklamak daha doğru olacaktır.
3- Mudğa (Bir çiğnem et)
َ“Alaka’yı da “mudğa” yaptık ve bu “mudğa”yı, üzerini et ile kaplayacağımız kemiklere dönüştürdük. Nihayet onu, başka bir yaratışla inşa ettik. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir! (değil mi!)”
Mâturîdî, üçüncü temel aşama olan “mudğa”yı, bir parça et olarak anlamlandırır. Ağızda çiğnemek anlamındaki m-d-ğ kökünden türeyen bu kelime, çiğnenebilecek büyüklükteki et parçasını tanımlar. “Bir çiğnem et” sözcüğü, Hacc suresinin 5. ayetinin devamındaki, “sonra (insanı) yaratılışı belli belirsiz mudğa’den yarattık.” ifadesinden hareketle; yüz ve diğer organlarının oluşumuyla yaratılışı taaayyün edecek (muhallaka) embriyonun, henüz bir insan şeklini andırmaması (gayr-i muhallaka) sadedinde düşünülebilir. Vücudun doku ve organlarının bu aşamada vücuda getiriliyor olması ise mudğa’yı ‘alaka ve nutfeden farklı kılan temel özelliktir.
Kemik ve kasların oluşumuyla devam eden yaratılış vetiresinin fiziksel ve ruhi açıdan insana tamamlanma ile son bulması, ayet metninde “Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik.” şeklinde beyân edilir. Ayetteki ifadenin; ruhun üflenmesi, saçın oluşması, cinsiyetin belirginleşmesi vb. şekillerde açıklandığı belirten Mâturîdî, öncekilerden farklı bu son aşamaya şöyle bir yorum getirir: “Yapılan bu açıklamalar dışında, ayetteki ifade, vücudun uzuv ve organlarının tam ve bir bütün halinde yaratılması olarak yorumlanabilir. Bunun delili ise şudur ki: Ayette, Allah’ın insanı bir halden başka bir hale dönüştürdüğü anlatılmaktadır. Allah’ın insanı eksiksiz bir şekilde tamamladığı bu son durum ise (saç, cinsiyet vb.) organlarla açıklanamaz. Bilakis bu, daha önce insanda eser (taslak) halinde bulunan ‘azâların tam olarak ortaya çıkarılmasını ve terkib edilmesini ifade etmektedir ki bu durum, insan olarak tamamlanıncaya kadar devam eder. Ruhun üflenmesi de saçın oluşumu da bu tamamlama içerisinde gerçekleşir.”
Mâturîdî, gerek Hz. Adem’in gerekse de diğer insanların bir süreç içerisinde yaratılmasındaki hikmeti ise gayelilik prensibi ile açıklar. Bu farklı gelişim aşamaları, insanın bir amaç üzere yaratıldığını ortaya koymaktadır: “Amaç ve kasıt olmaksızın bir hal, başka bir hale dönüştürülmez. Şayet iddia ettiğiniz şekilde yeniden diriliş olmasa, yaratılmanız ve farklı hallere çevrilmeniz abes olur.”
Farklı evrelerde yaratılış, yeniden dirilişin de en büyük delillerindendir. Zira, bu aşamaların birbirine dönüşmesini gerektirecek maddi bir sebeb bulunmamaktadır. Maddi bir sebebe bağlı olmaksızın insanı farklı hallerde yaratan Allah, maddi bir unsur olmadan insanı yaratmaya da kâdirdir.
Sonuç:
Kur’ân, insan hayatının orijini meselesinde, insanın süreç olarak “varoluşu’na dikkat çeker. Farklı aşamalarda gerçekleşen bu varoluş yolculuğu, Hz. Adem için üç temel durakta incelenebilir. Bunlardan ilki, turâb (toprak) aşamasıdır ki bu, yaratılışın temel malzemesidir. Sırada ise insan organizmasının mayasını oluşturacak çamurdan süzülen öz vardır. Canlı hücrenin, ondan da doku ve organların yaratıldığı tesviye ise ayrı bir yaratılış mucizesidir ve bu mucize ilahî nefhâ ile taçlandırılır.
Benzeri bir yaratılış öyküsü diğer insanlar için de gerçekleşmektedir. Biyolojik varlığın ilk aşaması olan nutfe, çoğu yerde yetersiz ve kimi zaman da yanlış karşılıklarla çevrilmektedir. Dölleyici sperm, zigot ve embriyo gibi geniş bir anlam yelpazesine sahip olduğunu tespit ettiğimiz bu safha, -çamurdan süzülen özde olduğu gibi- biyolojik varlığın esasını oluşturur. ‘Alaka’nın “rahim duvarına yapışmış embriyo” olarak açıklanması da bu tashihi tamamlayıcı kılmaktadır. Mudğa aşaması ise henüz bir insan şeklini andırmayan ve fakat doku ve organları teşekkül etmeye başlamış embriyo olarak anlaşılabilir.
Bu çalışmada, son tahlilde söylenebilecek söz ise Mâturîdî’ye aittir: “Yeryüzünün tüm ulemâ ve hakîmleri bir araya gelse dahi, Allah’ın kudret ve iradesi dışında, toprağın ya da nutfenin insana dönüşmesini sağlayacak herhangi bir sebeb bulamayacaklardır.”
İLK İNSAN’IN YARATILIŞ SÜRECİ VE EVRELERİ İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZIN