İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ
Günümüzde Batı’nın İslam ve Müslümanlara bakışında tarihte hiçbir zaman olmayan yeni bir terim karşımıza çıkar: İslamofobi.
POSTMODERN HAÇLILAR: İSLAMOFOBİNİN SİYASİ VE ASKERİ UZANTILARI
İslam ve Müslümanlar, aynı zamanda Batı’nın siyasi ve askeri açıdan nefret, korku ve husumet objeleri olarak yansıtılmaktadırlar. Tarihte VIII. Yüzyıldan itibaren özellikle XIII. ve XIV. Yüzyıllarda gittikçe artan dozda İslam dünyasının Avrupa’ya askeri ve siyasi üstünlük kurduğu bilinmektedir. Bu fetihler sebebiyle İslam, Batı için yeni bir siyasi düşman halini aldı. Bir başka değişle İslam dünyasında asırlarca süren siyasi çalkantı ve krizlere hatta Moğol istilası gibi buhranlara rağmen sınırlarının hemen yanı başındaki Endülüs, Selçuklu daha sonra Osmanlı gibi Müslüman imparatorlukların siyasal tehdidini Avrupalılar daima derinden hissettiğinden Müslümanların siyasal ve askeri başarıları karşısındaki tepkisi korku ve bir çeşit huşu içinde şaşkınlıktan başka bir şey değildi.
1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla Komünizmin ortadan kalması sonucu Batı yeni bir askeri ve siyasi bir rakip hatta düşman belirleme çabasına girdi. 1993 Eylül’ünde New York Times gazetesi, Bu yeni düşmanı şöyle duyuracaktır; İslam kökten dinciliği hızla küresel güvenlik ve barış için önemli tehdit haline geliyor. 1930’lardaki Nazizm ve Faşizm, 1950’lerdeki Komünizm tehdidi kadar büyük bir tehlike bu.
11 Eylül saldırılarıyla beraber o donemin Amerikan siyasetine hakim olan neoconlar, yapay bir İslam tehdidi” imgesini kendi askeri, ekonomik, dini ve politik operasyonlarının “meşruiyet gerekçesi” olarak yeterince kullandı. Bu çekirdek kadroya korkudan nemalanan “İslamofobi Endüstrisi” de denilmektedir. Bu endüstri, kendini Evanjelik Hıristiyan olarak tanımlayan marjinal politik ve sosyal gruplarla aynı dili kullanan benzer düşünceli kişilerle bir araya gelen, ideolojinin güdümünde olan sağ görüşlü eylemcilerdir.Bu eylemcilerin en büyük destekçisi olan Amerika’daki ırkçılık ve İslam karşıtı Evanjelik Hıristiyan grupların Filistin meselesi konusunda olumsuz bakış açıları; kürsülerden yankılanan kızgın ve düşmanca söylemlerle kendini belli eder. Kendini İslam’la mücadeleye adamış ateşli Evanjelik vaizlere göre İsa Mesih’in ikinci gelişinden önce ortaya çıkacak olan kıyamet alametlerinden biri de İsrail’e bir tehdit olarak görülen İran ile büyük bir askeri bir savaş olacağıdır. Onlara göre bu “İncil’de”açıkça yazılıdır ve kutsal haçı yeniden yüklenip İslam ile ahir zaman savaşı yapmak gerekir.Zira sıradan Müslümanlar bile aslında “radikal ve İncil düşmanlarıdır”. İyi Müslüman- kötü Müslüman şeklindeki bir ayrıma karşı çıkan bu gruplar için İslam, hiçbir şekilde Hıristiyanlığa benzemez. Yine bu çevrelere göre barışla alakalı olmayan İslam,acımasız bir hukuk sistemi, zorba bir yönetim şekli, zorlayıcı bir tiranlık, Müslümanların taptığı Allah ise Hıristiyanlarınkinden farklı bir Tanrı’dır. Dolayısıyla Kur’an, “İncil’e (İsa’nın getirdiği mesajlara)” meydan okumaktadır. Bu özellikleriyle Müslümanlık, düşman ve şeytanın safındadır. Son tahlilde 11 Eylül sonrası Amerikan hükümet politikası şu temel mesajı gizleyemiyordu; “iyi olduğu ispat edilmediği müddetçe her Müslüman kötü var sayılmalıdır”. Bu bakımdan “iyi Müslüman” ve “kötü Müslüman” gibi bir ayırım kültürel ve dini değil politik kimliklere karşılık geliyordu.
Böyle bir ayrımcılığın neticesinde toplumsal seviyede Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanların siyasi sadakatleri sorgulanmakta ve onlar çift ve çoklu sadakatle suçlanmakta; Batı değerlerine daha az adanmış kişiler olarak yansıtılmaktadır. Genel suçlama, kimlik olarak Müslümanların kendilerini İngiliz, Türk, Arap’tan çok Müslüman olarak görmeleridir. Böylece etnik ve dini analizler, siyasi açıdan ayırımcılığa ve yabancılaştırmaya dönüşmektedir.
Dolayısıyla politik bağlamda Batı’nın İslam’a bakışında iki tutum hemen göze çarpar; birincisi klasik imaj olan kılıç ve şiddet yanlısı din olduğu ikincisi ise inatçı bir irrasyonellik, modernlik karşıtı, sapkın, aşırı, fanatik, emperyalist bir gelenek olduğudur. Bu iki damardan beslenen çoğu Batılı siyaset adamı ve düşünce kuruluşuna göre İslam dünyasının tüm politik oluşumları militarist ve terörist yapılar sayılmalıdır. Zira Müslümanlar politik bağlamda barış ve İslam ülkesi (daru-l- İslam) olarak kendi memleketlerini görürken Batı’yı ise askeri açıdan savaşılacak yer (daru’l-harb) kabul ederler.
Buna karşın İslam dünyasının (siyasal) demokratik yaşam açısından iki temel sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz; birincisi İslam dünyasının her bölgesinde Müslüman liderler, siyasi katılım, güç paylaşımı, temsil, yönetim siyasi çoğulculuk eleştirel muhalefet gibi konularda Batı’lı meslektaşlarının gerisinde kalmışlardır. İkincisi ise Müslüman ülkelerin demokrasi anlayışını genişletecek entelektüel alanın darlığıdır.
Bu iki tutumu daha iyi anlamak için Samuel Huntington’un diliyle söylersek Batı’ya göre Müslümanlar Batılı tüm sosyo-politik değerlerden (bireyselcilik, liberalizm, anayasacılık, insan hakları, özgürlük, demokrasi, serbest piyasa, laiklik gibi) uzaktırlar.Hatta Huntington, İslam’ı Batı için politik bir düşmanlık odağına dönüştürmüş İslam’ın kendisini asıl problem görmüştür. Ona göre İslam, tamamen farklı bir medeniyettir. Bunun yanında Müslümanlar ise kendi kültürlerinin diğerlerinden daha üstün olduğuna ikna olduğundan güçlerinin Batı karşısında ikinci konumda olmasından tedirgin olmaktadırlar.
Netice olarak diyebiliriz ki birçok toplum arasında tarih boyunca var olan politik ve askeri mücadelelerin II. Dünya Savaşı’ndan sonra göreceli olarak sonlandırılmasına rağmen Batı’nın İslam’a karşı her alanda görülen önyargısında bir iyileşme maalesef olmamıştır. Zira Batı’nın İslam’a olumsuz bakışını besleyen bu faktörlerin yanında asıl sorunun İslam dininin kendisi olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla siyasal açıdan İslam karşıtı güncel Batı söylemleri, tarih boyunca geliştirilen siyasal imajlarla (söz gelişi Müslümanların şehvet düşkünü, despotik siyaset sahibi, geri kalmış yönetimlerle idare edilen, kabilevi, rasyonel olmayan zeka sahibi toplumlar olduğu) olumsuz açıdan kuşatılmıştır. Pek çok Batılı siyaset adamı için İslam, köktenci, militanca, gizemli ve yıkıcı bir mitten başka bir şey değilken, Müslüman ise cihat gibi şiddet içeren öğretileriyle doğal suçlu, olağan şüpheli veya amansız düşmandır. Bu bakış açısı, İslam terimini politik ve askeri bir söyleme indirgemekte ve Müslüman dünyasını ise “Ortadoğu sorununun” bir alt sorunu olarak değerlendirmektedir. Batı’ya göre en nihayetinde basma kalıp siyasal kodları olan İslam imajı, askeri veya politik olarak tüm Ortadoğu krizlerinin ana sebebi, her türlü şiddet, kanlı terör veya saldırganlığı teşvik eden, uzak ve yabancı bir fenomendir. Müslümanların yaşadığı Ortadoğu ise canlı intihar bombacıların cirit attığı, öfke, hiddet ve yoksulluk ve baskının vatanıdır.
İslamofobi aynı zamanda 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere terörist saldırılardan itibaren İngiltere, Fransa ve A.B.D.’de yoğun bir şekilde medya ve düşünce kuruluşları tarafından İslam’a ve Müslüman kültürlere karşı Batı toplumlarının duyduğu “derin korku dolu endişeyi hatta İslam’a duyulan mesnetsiz düşmanlığı” ifade etmek için kullanılmıştır.
Dolayısıyla İslamofobi, genel olarak “yabancı düşmanlığının” (xenaphobia) bir uzantısı kabul edilen bir terim olarak İslam’a, Müslümanlara ve onlarla ilgili durumlara karşı duyulan karşıtlığı ya da önyargılı görüşü temsil eder. Buna karşın Müslümanlar tarafından İslamofobi-ister ırkçılık veya ayrımcılığın günlük formları halinde olsun isterse daha saldırgan bir yapıda olsun- insan haklarının ihlali ve toplumsal bütünlüğe meydan okuma olarak algılanmaktadır. Onlara göre bu kavram, İslam’a karşı temelsiz düşmanlık olarak tanımlanmakta ve özellikle Ortadoğu, Arap ve Güney Asya halklarını hedef almaktadır. Günümüzde Batılı akademisyenler tarafından somut, kullanışlı, sosyal, mukayeseli bilimsel bir kavram olarak kabul gören, hem kamuya açık tartışmalarda hem de etkili politik kararlarda temel alınanİslamofobi’nin dört katmandan meydana gelen bir fenomen olduğunu söyleyebiliriz;
Önyargılar; İslamofobi’nin en dış katmanında ortaya çıkar ve medya ve gündelik konuşmalarla kendini gösterir.
Ayrımcılık veya Karşıtlık; önyargıların neticesinde oluşan somut ve davranış boyutundaki durumlar olup iş dünyası, eğitim ve sağlık sektörlerinde görülür.
Dışlama, ayrımcılığın ileri bir sonucu olarak siyaset ve yönetim alanlarında kendini belli eder.
Şiddet; İslamofobinin son katmanındaki en belirgin olumsuz boyutu olarak çoğu kez sözlü şiddet(veya mobing) şeklinde, genel olarak vandalizm veya fiziki saldırılar hatta can güvenliğini tehdit etme şeklinde ortaya çıkar.
ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZIN