0-552-323-1068

Sosyal Medyada Biz}

İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ

Günümüzde Batı’nın İslam ve Müslümanlara bakışında tarihte hiçbir zaman olmayan yeni bir terim karşımıza çıkar:  İslamofobi.

İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ

POSTMODERN HAÇLILAR: İSLAMOFOBİNİN SİYASİ VE ASKERİ UZANTILARI

İslam ve  Müslümanlar, aynı  zamanda  Batı’nın  siyasi ve  askeri  açıdan  nefret,  korku  ve  husumet objeleri  olarak  yansıtılmaktadırlar.  Tarihte  VIII.   Yüzyıldan  itibaren  özellikle  XIII.  ve   XIV. Yüzyıllarda  gittikçe  artan  dozda  İslam  dünyasının  Avrupa’ya  askeri  ve  siyasi  üstünlük  kurduğu bilinmektedir. Bu fetihler sebebiyle İslam, Batı için yeni bir siyasi düşman halini aldı. Bir başka değişle İslam dünyasında asırlarca süren siyasi çalkantı ve krizlere hatta Moğol istilası gibi buhranlara rağmen sınırlarının hemen yanı başındaki Endülüs, Selçuklu daha sonra Osmanlı gibi Müslüman imparatorlukların siyasal tehdidini Avrupalılar daima derinden hissettiğinden Müslümanların siyasal ve askeri başarıları karşısındaki tepkisi korku ve bir çeşit huşu içinde şaşkınlıktan başka bir şey değildi.

1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla Komünizmin ortadan kalması sonucu Batı yeni bir askeri ve siyasi bir rakip hatta düşman belirleme çabasına girdi. 1993 Eylül’ünde New York Times gazetesi, Bu yeni düşmanı şöyle duyuracaktır; İslam kökten dinciliği hızla küresel güvenlik ve barış için önemli tehdit haline geliyor. 1930’lardaki Nazizm ve Faşizm, 1950’lerdeki Komünizm tehdidi kadar büyük bir tehlike bu.

11 Eylül saldırılarıyla beraber o donemin Amerikan siyasetine hakim olan neoconlar, yapay bir İslam tehdidi”  imgesini  kendi askeri,  ekonomik,  dini  ve  politik operasyonlarının  “meşruiyet  gerekçesi” olarak  yeterince  kullandı.  Bu  çekirdek  kadroya  korkudan  nemalanan  “İslamofobi  Endüstrisi”  de denilmektedir. Bu endüstri, kendini Evanjelik Hıristiyan olarak tanımlayan marjinal politik ve sosyal gruplarla aynı dili kullanan benzer düşünceli kişilerle bir araya gelen, ideolojinin güdümünde olan sağ görüşlü eylemcilerdir.Bu eylemcilerin en büyük destekçisi olan Amerika’daki ırkçılık ve İslam karşıtı Evanjelik  Hıristiyan  grupların  Filistin  meselesi  konusunda  olumsuz  bakış  açıları;  kürsülerden yankılanan kızgın ve düşmanca söylemlerle kendini belli eder. Kendini İslam’la mücadeleye adamış ateşli  Evanjelik  vaizlere  göre  İsa  Mesih’in  ikinci  gelişinden  önce  ortaya  çıkacak  olan  kıyamet alametlerinden biri de İsrail’e bir tehdit olarak görülen İran ile büyük bir askeri bir savaş olacağıdır. Onlara göre bu “İncil’de”açıkça yazılıdır ve kutsal haçı yeniden yüklenip İslam ile ahir zaman savaşı yapmak gerekir.Zira sıradan Müslümanlar bile aslında “radikal ve İncil düşmanlarıdır”. İyi Müslüman- kötü Müslüman şeklindeki bir ayrıma karşı çıkan bu gruplar için İslam, hiçbir şekilde Hıristiyanlığa benzemez. Yine bu çevrelere göre barışla alakalı olmayan İslam,acımasız bir hukuk sistemi, zorba bir yönetim şekli, zorlayıcı bir tiranlık, Müslümanların taptığı Allah ise Hıristiyanlarınkinden farklı bir Tanrı’dır.  Dolayısıyla  Kur’an,  “İncil’e  (İsa’nın  getirdiği  mesajlara)”  meydan  okumaktadır.  Bu özellikleriyle Müslümanlık, düşman ve şeytanın safındadır. Son tahlilde 11 Eylül sonrası Amerikan hükümet  politikası  şu  temel  mesajı  gizleyemiyordu;  “iyi  olduğu  ispat  edilmediği  müddetçe  her Müslüman kötü var sayılmalıdır”. Bu bakımdan “iyi Müslüman” ve “kötü Müslüman” gibi bir ayırım kültürel ve dini değil politik kimliklere karşılık geliyordu.

Böyle bir ayrımcılığın neticesinde toplumsal seviyede Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanların siyasi sadakatleri sorgulanmakta ve onlar çift ve çoklu sadakatle suçlanmakta; Batı değerlerine daha az adanmış  kişiler  olarak  yansıtılmaktadır.  Genel  suçlama,  kimlik  olarak  Müslümanların  kendilerini İngiliz, Türk, Arap’tan çok Müslüman olarak görmeleridir. Böylece etnik ve dini analizler, siyasi açıdan ayırımcılığa ve yabancılaştırmaya dönüşmektedir.

Dolayısıyla politik bağlamda Batı’nın İslam’a bakışında iki tutum hemen göze çarpar; birincisi klasik imaj olan kılıç ve şiddet yanlısı din olduğu ikincisi ise inatçı bir irrasyonellik, modernlik karşıtı, sapkın, aşırı, fanatik, emperyalist bir gelenek olduğudur. Bu iki damardan beslenen çoğu Batılı siyaset adamı ve düşünce kuruluşuna göre İslam dünyasının tüm politik oluşumları militarist ve terörist yapılar sayılmalıdır. Zira Müslümanlar politik bağlamda barış ve İslam ülkesi (daru-l- İslam) olarak kendi memleketlerini görürken Batı’yı ise askeri açıdan savaşılacak yer (daru’l-harb) kabul ederler.

Buna karşın İslam dünyasının (siyasal) demokratik yaşam açısından iki temel sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz; birincisi İslam dünyasının her bölgesinde Müslüman liderler, siyasi katılım, güç   paylaşımı,   temsil,   yönetim  siyasi   çoğulculuk   eleştirel   muhalefet   gibi   konularda   Batı’lı meslektaşlarının  gerisinde  kalmışlardır.  İkincisi  ise  Müslüman  ülkelerin  demokrasi  anlayışını genişletecek entelektüel alanın darlığıdır.

Bu iki tutumu daha iyi anlamak için Samuel Huntington’un diliyle söylersek Batı’ya göre Müslümanlar Batılı tüm sosyo-politik değerlerden (bireyselcilik, liberalizm, anayasacılık, insan hakları, özgürlük, demokrasi,  serbest  piyasa,  laiklik  gibi)  uzaktırlar.Hatta  Huntington,  İslam’ı  Batı  için  politik  bir düşmanlık odağına dönüştürmüş İslam’ın kendisini asıl problem görmüştür. Ona göre İslam, tamamen farklı bir medeniyettir. Bunun yanında Müslümanlar ise kendi kültürlerinin diğerlerinden daha üstün olduğuna   ikna   olduğundan   güçlerinin   Batı   karşısında   ikinci   konumda   olmasından   tedirgin olmaktadırlar.

Netice  olarak  diyebiliriz  ki  birçok  toplum  arasında  tarih  boyunca  var  olan  politik  ve  askeri mücadelelerin II. Dünya Savaşı’ndan sonra göreceli olarak sonlandırılmasına rağmen Batı’nın İslam’a karşı her alanda görülen önyargısında bir iyileşme maalesef olmamıştır. Zira Batı’nın İslam’a olumsuz bakışını besleyen bu faktörlerin yanında asıl sorunun İslam dininin kendisi olduğu bilinmelidir. Dolayısıyla  siyasal  açıdan  İslam karşıtı  güncel  Batı söylemleri,  tarih  boyunca  geliştirilen  siyasal imajlarla (söz gelişi Müslümanların şehvet düşkünü, despotik siyaset sahibi, geri kalmış yönetimlerle idare edilen, kabilevi, rasyonel olmayan zeka sahibi toplumlar olduğu) olumsuz açıdan kuşatılmıştır. Pek çok Batılı siyaset adamı için İslam, köktenci, militanca, gizemli ve yıkıcı bir mitten başka bir şey değilken, Müslüman ise cihat gibi şiddet içeren öğretileriyle doğal suçlu, olağan şüpheli veya amansız düşmandır. Bu bakış açısı, İslam terimini politik ve askeri bir söyleme indirgemekte ve Müslüman dünyasını  ise  “Ortadoğu  sorununun”  bir  alt  sorunu  olarak  değerlendirmektedir.  Batı’ya  göre  en nihayetinde basma kalıp siyasal kodları olan İslam imajı, askeri veya politik olarak tüm Ortadoğu krizlerinin ana sebebi, her türlü şiddet, kanlı terör veya saldırganlığı teşvik eden, uzak ve yabancı bir fenomendir. Müslümanların yaşadığı Ortadoğu ise canlı intihar bombacıların cirit attığı, öfke, hiddet ve yoksulluk ve baskının vatanıdır.

İslamofobi  aynı  zamanda  11  Eylül  2001’de  İkiz  Kulelere  terörist  saldırılardan  itibaren  İngiltere, Fransa ve A.B.D.’de yoğun bir şekilde medya ve düşünce kuruluşları tarafından İslam’a ve Müslüman kültürlere  karşı  Batı  toplumlarının  duyduğu  “derin  korku  dolu  endişeyi  hatta  İslam’a  duyulan mesnetsiz düşmanlığı” ifade etmek için kullanılmıştır.

Dolayısıyla İslamofobi, genel olarak “yabancı düşmanlığının” (xenaphobia) bir uzantısı kabul edilen bir terim olarak İslam’a, Müslümanlara ve onlarla ilgili durumlara karşı duyulan karşıtlığı ya da önyargılı  görüşü  temsil  eder.  Buna  karşın  Müslümanlar  tarafından  İslamofobi-ister  ırkçılık  veya ayrımcılığın günlük formları halinde olsun isterse daha saldırgan bir yapıda olsun- insan haklarının ihlali ve toplumsal bütünlüğe meydan okuma olarak algılanmaktadır. Onlara göre bu kavram, İslam’a karşı temelsiz düşmanlık olarak tanımlanmakta ve özellikle Ortadoğu, Arap ve Güney Asya halklarını hedef almaktadır. Günümüzde Batılı akademisyenler tarafından somut, kullanışlı, sosyal, mukayeseli bilimsel  bir  kavram  olarak  kabul  gören,  hem  kamuya  açık  tartışmalarda  hem  de  etkili  politik kararlarda  temel  alınanİslamofobi’nin  dört  katmandan  meydana  gelen  bir  fenomen  olduğunu söyleyebiliriz;

Önyargılar; İslamofobi’nin   en   dış   katmanında   ortaya   çıkar   ve   medya   ve   gündelik konuşmalarla kendini gösterir.

Ayrımcılık veya Karşıtlık; önyargıların neticesinde oluşan somut ve davranış boyutundaki durumlar olup iş dünyası, eğitim ve sağlık sektörlerinde görülür.

Dışlama, ayrımcılığın ileri bir sonucu olarak siyaset ve yönetim alanlarında kendini belli eder.

Şiddet; İslamofobinin son katmanındaki en belirgin olumsuz boyutu olarak çoğu kez sözlü şiddet(veya mobing)  şeklinde,  genel  olarak  vandalizm  veya  fiziki  saldırılar  hatta  can güvenliğini tehdit etme şeklinde ortaya çıkar.

DEVAMI 6. SAYFADA

16 Mart 2019

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZIN