İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ
Günümüzde Batı’nın İslam ve Müslümanlara bakışında tarihte hiçbir zaman olmayan yeni bir terim karşımıza çıkar: İslamofobi.
İslamofobinin Bilinçaltı: Batı’nın İslam Korkusunun Tarihi
Batı ile İslam dünyası arasında karşılıklı tutumları belirleyen paylaşılmış bir tarihin ve daima etkileşim olan bir kültürel ilişkinin olduğu açıktır. Batı’nın İslam ve Müslümanlar hakkındaki bakışında genel anlamda iki temel tutum göze çarpar:
Birincisi ve en yaygın tutum, iki dünya arasında daima uyuşmazlık ve çatışma olduğu ve olacağıdır. Bu tutum, tarih boyunca iki taraf arasındaki polemikleri, kavgaları, sürtüşmeleri, savaşları modern dönemde ise dini olan ile dini olmayan terimleri birleştirerek derinden dini ve kültürel farklılıkları politik ve stratejik düzlemdeki çıkarlarla buluşturup iki taraf arasında daima var olacak olan bir medeniyetler çatışması hipotezine dönüştüren bir yaklaşımdır.
İkinci yaygın Batılı tutum ise XVIII. Yüzyıldan itibaren gelişen Swedenborg, Goethe, Carlyle gibi Batılı şahsiyetler tarafından desteklenmiş olsa da fazla rağbet görmeyen ancak gerek Roma Katolik Kilisesi’nin diyalog dönüşümüyle gerekse Protestan Kiliseler Konseyi’nin faaliyetleriyle II. Dünya savaşı sonrası gittikçe artan teolojik dönüşümlerin etkisiyle günümüzde daha fazla arzulanan ve dindarların ve kültürlerin yakınlaşmasını öne çıkaran yaklaşımdır. Bu bakış açısı iki tarafı Hz. İbrahim çizgisindeki uzun soluklu geleneğin bir parçası görüp meydana gelecek yakınlaşmalarla umutların artacağını birlikte yaşama ve uzlaşma bakışıdır.
Batı dünyasının İslam ve Müslümanlara bakışında bir takım temel teolojik, tarihsel, siyasi ve aktüel faktörlerin belirgin etkileri olduğu söylenebilir.
Kutsal Kitabı Korkuyla Yorumlamak: İslamofobinin Teolojik Faktörleri
Teolojik açıdan Kutsal Kitab’a dayalı olarak doğrudan İslam’ı ve Müslümanları değerlendirmek zordur. Zira İslam, Hıristiyan kutsal kitabında yoktur ve Hıristiyan kutsal kitap külliyatının kaleme alınmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu sebeple İslam hakkındaki teolojik bakış bağlamsal açıdan olarak oldukça kaygan bir zemine sahip olmuştur.
Ancak geleneksel kitaba dayalı bakışta ötekine tavır bellidir; Tanrı sevgi ise; onun karşıtları, doğal olmayan, tanrısal olmayan ve mantıksal olmayan her şeydir: “ Çünkü Tanrı bize korku ruhu vermedi ama kudret ve sevginin ruhu ile sağlam bir zihin verdi (II.Timoteus’a, 1/7). Dolayısıyla Müslümanlar, İsa Mesih’in uluhiyetine ve haçta ölen Kurtarıcı Tanrı oluşuna inanmamaları, Hıristiyan Kutsal Metin külliyatının tahrif olduğunu iddia etmeleri, gerçek din olan Hıristiyanlığın yerini almak isteyen sahte ve batıl bir geleneği izledikleri gibi karşıt görüşlere sahiptirler. Teolojik bakışa göre İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed, kendi inancını oluştururken Yahudi- Hıristiyan geleneğinden ciddi olarak etkilenmiş, ama getirdiği mesaj (Kur’an), Kitab-ı Mukaddes ile özellikle de Yeni Ahit’le ihtilaf ve çelişki içinde olduğundan ilahi kaynaklı olamaz.
Bu geleneksel teolojik görüşün oluşmasında ilk dönem polemik (teolojik) literatürün büyük etkisi bulunur; bilhassa Bizans polemikçileri(söz gelişi Yuhanna ed-Dimeşkî [ö749], Theodore Ebu Kurra [ö.820]) İslam’ı çoğu kez “putperestlik”, “kılıç dini”, “Şeytan’ın işi” veya “heretik bir Hıristiyan mezhebi” görürken Kur’an’ı, “saçma ve anlamsız”, Hz. Peygamberi ise çoğu kez “Ariuscu” bazen de Yeni Ahit’te (Matta, 24/23- 27; I. Yuhanna, 2/23) bahsedilen “Deccal”, “sahte Mesih” veya İncil’le tesadüf eser karşılaşan“sahte ve yalancı peygamber” olarak görülüyordu. Ed-Dimeşkî’ye göre Müslümanlar, Kitabı- ı Mukaddes’te geçen ve Yahudilerin annesi Sara’nın kıskanç tutumuyla Arabistan çöllerine sürülen Hacer’in çocukları olarak “Sara’nın evinden kovulanlar” anlamında Sarakenoi/Saracen veya “Hacer’in çocukları” anlamında Agarenois/Hageri iken bir asır sonra yaşayan Theodore Ebu Kurra için Müslümanlar, “Tevrat’ta haber verilen İsmail’in soyundan gelen sürülmüş sapkın bir gruptu”.
Batı’nın en batısındaki Latin yazar için de durum değişmiyordu; İslam, Hıristiyanlığa karşı en önemli tehdit, bir meydana okuma, sapkınlık ve putperestlikten ibaretti. Bütün bunlar, sonraki dönemde oluşacak İslam inanç ve pratiklerine yönelik Batı bakışının oluşmasına ilk teorik katkıları sağlıyordu. Günümüzde bile en kötü teolojik imajların temelini oluşturan anlayışa göre İslam ve ona inanan Müslümanlar, “tüm kafir değerlerin” odağı kabul edilmekteydiler. (Alıcı, 2011: 285- 289).
Sonuçta Ortaçağ boyunca teolojik yaklaşımın ortaya çıkmasında Kur’an-ı Kerim’deki Yahudi ve Hıristiyan fenomenlerine yönelik göndermelerin, anlattığı kıssaların veya Hıristiyanlar hakkındaki değerlendirmelerin, özellikle İncil’in getirdiği mesajlarla uyumsuz veya onlarla çelişkili olduğu fikri etkili olmuştur. Bu gibi gerilimli ve olumsuz bakışlar, bir taraftan şaşkınlık, güvensizlik diğer taraftan telaş ve endişeye sevk etmiştir.
Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasında özellikle Roma Katolik Kilisesi’nde II. Vatikan Konsili (1962-1965) ile birlikte Müslümanlara bakışta teolojik bir dönüşüm yaşandı. Diğer İnsanlarla özellikle Müslüman ve Yahudilerle diyaloğu teolojik ajandasına yerleştiren Roma Katolik Kilisesinin teolojik açılımları Batı’nın Müslümanlara bakışında yeni perspektifler kazandırmıştır.
Neticede Batı’nın Müslümanlara ve İslam’a teolojik tavrında belirgin rolü anlamaya çalıştığımızda görürüz ki İslam’ın, Hıristiyanlık ile benzer veya ortak fenomenler üzerinden tenkitler yaparak Hıristiyan değerleriyle açıkça ters düşmesinin doğurduğu sonuçlar, Kiliseler tarafından üç farklı teolojik bakışla değerlendirilmektedir.
ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZIN