0-552-323-1068

Sosyal Medyada Biz}

İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ

Günümüzde Batı’nın İslam ve Müslümanlara bakışında tarihte hiçbir zaman olmayan yeni bir terim karşımıza çıkar:  İslamofobi.

İslam’a Karşı Postmodern Haçlı Seferi: İSLAMOFOBİ

İslamofobinin Bilinçaltı: Batı’nın İslam Korkusunun Tarihi

Batı ile İslam dünyası arasında karşılıklı tutumları belirleyen paylaşılmış bir tarihin ve daima etkileşim olan bir kültürel ilişkinin olduğu açıktır. Batı’nın İslam ve Müslümanlar hakkındaki bakışında genel anlamda iki temel tutum göze çarpar:

Birincisi ve en yaygın tutum, iki dünya arasında daima uyuşmazlık ve çatışma olduğu ve olacağıdır. Bu tutum, tarih boyunca iki taraf arasındaki polemikleri, kavgaları, sürtüşmeleri, savaşları modern dönemde ise dini olan ile dini olmayan terimleri birleştirerek derinden dini ve kültürel farklılıkları politik ve stratejik düzlemdeki çıkarlarla buluşturup iki taraf arasında daima var olacak olan bir medeniyetler çatışması hipotezine dönüştüren bir yaklaşımdır.

İkinci yaygın Batılı tutum ise XVIII. Yüzyıldan itibaren gelişen Swedenborg, Goethe, Carlyle gibi Batılı şahsiyetler tarafından desteklenmiş olsa da fazla rağbet görmeyen ancak gerek Roma Katolik Kilisesi’nin diyalog dönüşümüyle gerekse Protestan Kiliseler Konseyi’nin faaliyetleriyle II. Dünya savaşı  sonrası  gittikçe  artan  teolojik  dönüşümlerin  etkisiyle  günümüzde  daha  fazla  arzulanan  ve dindarların ve kültürlerin yakınlaşmasını öne çıkaran yaklaşımdır. Bu bakış açısı iki tarafı Hz. İbrahim çizgisindeki uzun soluklu geleneğin bir parçası görüp meydana gelecek yakınlaşmalarla umutların artacağını birlikte yaşama ve uzlaşma bakışıdır.

Batı dünyasının İslam ve Müslümanlara bakışında bir takım temel teolojik, tarihsel, siyasi ve aktüel faktörlerin belirgin etkileri olduğu söylenebilir.

Kutsal Kitabı Korkuyla Yorumlamak: İslamofobinin Teolojik Faktörleri

Teolojik  açıdan  Kutsal  Kitab’a  dayalı  olarak  doğrudan  İslam’ı  ve  Müslümanları  değerlendirmek zordur. Zira İslam, Hıristiyan kutsal kitabında yoktur ve Hıristiyan kutsal kitap külliyatının kaleme alınmasından sonra ortaya çıkmıştır. Bu sebeple İslam hakkındaki teolojik bakış bağlamsal açıdan olarak oldukça kaygan bir zemine sahip olmuştur.

Ancak geleneksel kitaba dayalı  bakışta ötekine tavır bellidir; Tanrı sevgi ise; onun karşıtları, doğal olmayan, tanrısal olmayan ve mantıksal olmayan her şeydir: “ Çünkü Tanrı bize korku ruhu vermedi ama kudret ve sevginin ruhu ile sağlam bir zihin verdi (II.Timoteus’a, 1/7). Dolayısıyla Müslümanlar, İsa Mesih’in uluhiyetine ve haçta ölen Kurtarıcı Tanrı oluşuna inanmamaları, Hıristiyan Kutsal Metin külliyatının tahrif olduğunu iddia etmeleri, gerçek din olan Hıristiyanlığın yerini almak isteyen sahte ve  batıl  bir  geleneği  izledikleri  gibi  karşıt  görüşlere  sahiptirler.  Teolojik  bakışa  göre  İslam’ın Peygamberi  Hz.  Muhammed,  kendi  inancını  oluştururken  Yahudi-  Hıristiyan  geleneğinden  ciddi olarak etkilenmiş, ama getirdiği mesaj (Kur’an), Kitab-ı Mukaddes ile özellikle de Yeni Ahit’le ihtilaf ve çelişki içinde olduğundan ilahi kaynaklı olamaz.

Bu geleneksel teolojik görüşün oluşmasında ilk dönem polemik (teolojik) literatürün büyük etkisi bulunur; bilhassa Bizans polemikçileri(söz gelişi Yuhanna ed-Dimeşkî [ö749], Theodore Ebu Kurra [ö.820]) İslam’ı çoğu kez “putperestlik”, “kılıç dini”, “Şeytan’ın işi” veya “heretik bir Hıristiyan mezhebi” görürken Kur’an’ı, “saçma ve anlamsız”, Hz. Peygamberi ise çoğu kez “Ariuscu” bazen de Yeni Ahit’te (Matta, 24/23- 27; I. Yuhanna, 2/23) bahsedilen “Deccal”, “sahte Mesih” veya İncil’le tesadüf  eser  karşılaşan“sahte  ve  yalancı  peygamber”  olarak  görülüyordu.  Ed-Dimeşkî’ye  göre Müslümanlar,  Kitabı- ı  Mukaddes’te  geçen  ve  Yahudilerin  annesi  Sara’nın  kıskanç  tutumuyla Arabistan  çöllerine  sürülen  Hacer’in  çocukları  olarak  “Sara’nın  evinden  kovulanlar”  anlamında Sarakenoi/Saracen veya “Hacer’in çocukları” anlamında Agarenois/Hageri iken bir asır sonra yaşayan Theodore Ebu Kurra için Müslümanlar, “Tevrat’ta haber verilen İsmail’in soyundan gelen sürülmüş sapkın bir gruptu”.

Batı’nın en batısındaki Latin yazar için de durum değişmiyordu; İslam, Hıristiyanlığa karşı en önemli tehdit, bir  meydana  okuma,  sapkınlık ve  putperestlikten  ibaretti.  Bütün  bunlar,  sonraki  dönemde oluşacak İslam inanç ve pratiklerine yönelik Batı bakışının oluşmasına ilk teorik katkıları sağlıyordu. Günümüzde bile en kötü teolojik imajların temelini oluşturan anlayışa göre İslam ve ona inanan Müslümanlar, “tüm kafir değerlerin” odağı kabul edilmekteydiler. (Alıcı, 2011: 285- 289).

Sonuçta  Ortaçağ boyunca teolojik yaklaşımın  ortaya  çıkmasında  Kur’an-ı  Kerim’deki  Yahudi  ve Hıristiyan fenomenlerine yönelik göndermelerin, anlattığı kıssaların veya Hıristiyanlar hakkındaki değerlendirmelerin, özellikle İncil’in getirdiği mesajlarla uyumsuz veya onlarla çelişkili olduğu fikri etkili olmuştur. Bu gibi gerilimli ve olumsuz bakışlar, bir taraftan şaşkınlık, güvensizlik diğer taraftan telaş ve endişeye sevk etmiştir.

Dünya Savaşı sonrasında Batı dünyasında özellikle Roma Katolik Kilisesi’nde II. Vatikan Konsili (1962-1965) ile birlikte Müslümanlara bakışta teolojik bir dönüşüm yaşandı. Diğer İnsanlarla özellikle Müslüman ve Yahudilerle diyaloğu teolojik ajandasına yerleştiren Roma Katolik Kilisesinin teolojik açılımları Batı’nın Müslümanlara bakışında yeni perspektifler kazandırmıştır.

Neticede Batı’nın Müslümanlara ve İslam’a teolojik tavrında belirgin rolü anlamaya çalıştığımızda görürüz  ki  İslam’ın, Hıristiyanlık  ile  benzer  veya  ortak  fenomenler  üzerinden  tenkitler  yaparak Hıristiyan  değerleriyle  açıkça  ters  düşmesinin  doğurduğu  sonuçlar, Kiliseler  tarafından  üç  farklı teolojik bakışla değerlendirilmektedir.

DEVAMI 3. SAYFADA

16 Mart 2019

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZIN