Dünya’nın En Şerefli misafiridir İnsan.
İnsan yaratılışındaki mükemmellik ile Yaratıcısının en sevdiği eseri olduğunu gösterir ve kainat içindeki tüm sanatları arasında öyle kuvvetli bir mucizesidir ki, bütün güzel isimlerine ayine olmuştur. Evliyalar, enbiyalar bu makamdan çıkmıştır.
Hayat; yolcusu olduğu insan için, doğduğu günden bu yana, her sabah yeniden başlayan bir yoldur. Yol da , yolcu da hakikatı bulmak için farkındalık ister. Öyle ya; hakikatler farkındalık ile koyar kendini ortaya. Ne çok yükseklerde olmak, ne de dibe vurmak. Sahip olduklarının bilinci ile kendini bulmak, insan olduğunun farkında olmak… Rabbi’nin “mahlukatın en şereflisi” sıfatına layık gördüğü olmak…
İnsan yaratılışındaki mükemmellik ile Yaratıcısının en sevdiği eseri olduğunu gösterir ve kainat içindeki tüm sanatları arasında öyle kuvvetli bir mucizesidir ki, bütün güzel isimlerine ayine olmuştur. Evliyalar, enbiyalar bu makamdan çıkmıştır.
Dünya hanesi de; en kıymetli misafirinden evvel , yine onun için tüm ihtişam ve nizamı ile dizayn edilmiştir. Güneş, ay, denizler, bitkiler, hayvanlar hizmetine verilmiştir insanın. Bununla birlikte; tek başına yaratıldığı hali ile kalsa güvensizlik çekecek diye, gözünü açar açmaz şefkatle saran bir anneye emanet edilmiştir. Çok mühim, bir o kadar da nazlı bir misafir olarak ağırlanır Hâlık olan Rabbi tarafından.
İlkokul sıralarımızdan bu yana sürekli “insan ile hayvan arasındaki fark nedir” sorusu ile karşı karşıya kalmışızdır. Cevabımız da genelde “akıl” veya “akıl ile irade” olmuştur. Şöyle bir karşılaştıracak olursak; evet hayvanda akıl yoktur. Fakat insanın on beş – yirmi senede kazandığı hayat becerilerini bir-iki saat içerisinde yaşamaya başlar. Bunlar hayvana Rabbi tarafından verilir. Olduğu yerde düşe kalka yürümeye, karnını doyurmaya başlar. Demek ki hayvanın aklı ile düşünmeye, olgunlaşmaya ihtiyacı yoktur. İnsan ise seneler içerisinde hayatı kavrar. Aklı ile öğrenir, iradesi ile seçim yapar. Ve bu öğrenme ömrü son bulana kadar devam eder gider. Peki bu kadar kudretli bir Yaratıcı var iken; hiçbir icatta mevcut olmayan akıl, insan vücudundaki bu müthiş donanım, geçici bir dünya için verilmiş olabilir mi? Elbette hayır…
Madem Rabbimiz ayeti kerimesinde “en güzel biçimde yarattık” buyuruyor. O halde bu yaratılış yok olup gidecek bir alem için değildir. Ebedi yurda varış ve Yaratanını tanıma için geçici bir misafirhanedir. İnsan misafiri olduğu Zatı bilse, sadece akıl ve fikir ile kalmayıp, bunlar yanında bütün kainatı daha iyi yaşama adına verilen ” his” lerin farkında olsa, hislerin ana kaynağı kalbi tanısa, hep sonsuzu arzuladığını görür. Nasıl ki her icat, mucidi tarafından belli amaçlara hizmet için yapılmıştır. İnsan da sonsuz aleme kavuşma, İslamiyet ile terbiye olup Rabbini bulma, ebedi yurda kavuşma için yaratılmıştır. Zaten akıl ve hissini yalnızca dünya için kullansa hiçbir zaman doygunluğa ulaşamayacak, sürekli bir arayışta kalacaktır.
Akıl; sürekli nereden geldim, neyim, neciyim, nereye gidiyorum soruları ile meşgul olacaktır. Aynı zamanda kalbi daima bir yere bağlanma, ait olma ihtiyacı hissedecektir. Dünyevi şeylerle bu ihtiyacı gidermeye çalışsa hiçbir zaman başarılı olamayacak, aksine eksiklikleri çoğalacaktır. Daha önce de dediğimiz gibi mucit, icadının gereklerini bilir ve ona göre yapar. İnsan da asıl sahibine bağlanarak tamam olur ki; buna vesile de imandır. Nasıl ki bir mühür; kim, ne, neci olduğunu gösteriyor; öyle de bu şerefli misafirin varlığının mührü imandır. İman, insanın insanlığını pekiştirir ve “halife-i arz” olarak diğer hayat sahiplerinden çok daha yüksek bir makama ulaştırır. Başta kendini, varlık sebebini tanıttırır, sonra Yaradanını.
Oysa iman olmasa soruları hiçbir zaman cevap bulamayacak, koca dünyada acizlik içinde, sonunun ne olduğunu bilmeden anlamsızca yaşayacaktır. Ölümü yok oluş bilecek, musibet gelse altında ezilecek, acılar ile dünyayı kendine karanlık bir zindan edecektir.
İman anahtarı eline geçse;
- Karanlık zindan aydınlık bir misafirhaneye dönecek,
- Ölümün adı, ebedi aleme geçiş olacak,
- Musibetler, Rabbine el açıp sığınma vesilesi,
- Dünya, İmtihan sırrınca yaşanan bir mekan,
ve bunların hepsinin ebedi güzelliğe ulaşmaya sebep olduğunu idrak edecektir. Hatta akıl nimetini daha da anlamlandırarak ” Rabbim bana akıl vererek kendini bilmemi istedi. Beni kendine muhatap kabul etti. Bununla kalmayıp insanlık makamının ehemmiyetine en büyük delil olarak; yine kendi cinsimizden rehber-i ekmel olarak Habibullahı gönderdi.” diyecektir.
Adiyattan gelmeye başlayan dünya işleyişi, hergün insana verilen eşsiz hediyelere dönüşecektir. Her sabah aydınlığımız için doğan güneş, karşımızda renkleri ve sanatı ile tefekküre davetle gözümüzü doyuran çiçekler, ağzımız tatlansın diye onları tek tek dolaşan arılar, temiz bir nefes için yemyeşil ağaçlar ve daha nicesi… iman ile bakılınca “tüm bunlar yok olup gitmek için olamaz, bize hizmet için verilmiş şükür sebepleri” olduğunu gösterecektir. O halde
“Dünyanın en şerefli misafiri insandır fakat varlığının mührü iman’dadır!…”
Ayine: Ayna
Adiyat: Kıymetsiz şeyler
Çok etkileyiciydi elinize sağlık..Allah doğru bir şekilde anlayabilmeyi kavrayabilmeyi nasip etsin hepimize kalplere ulaştırsın inşallah..Yazan kişi kim acaba? Başka yazıları da varsa okumak isterim.
Sitede yazarlarımızın hiç birinin ismi yayınlanmıyor prensip gereği. Tüm yazılarımızı İslamda Buluşalım adına yayınlıyoruz. Yazıların devamı için sitemizi takip edebilirsiniz… Hepimizin gayesi HAKK rızası…